Yakın ama Uzak: Gürcistan
Bu pazar günü bir o kadar yakın, bir o kadar uzak bir Karadeniz rotasındayız: Batum.
Geçtiğimiz hafta Anthony Bourdain’in ölüm yıldönümüydü. Her yıl bu dönemde, Anthony yalnızca iyi bir hikâye anlatıcısı değil; hayatı farklı yaşama biçimlerine cesaret eden bir yol gösterici olarak yeniden karşıma çıkıyor. Onun şehirleri bir tabak yemek, bir yol kenarı muhabbeti, bir otelin sessizliği ya da bir pazar yerinin karmaşası üzerinden anlatma biçimi bana hep kendi hikâyemi yazmak için ilham veriyor.
23 yaşında, olağanüstü şekilde akıp giden bir kariyer yolculuğunun içindeyken, benden yaşça büyük insanlarla masalara oturmak, toplantılarda söz almak ya da sektörel etkinliklerde varlık göstermek hem büyük bir ayrıcalık hem de zaman zaman kırılgan bir sınav.
Ben ve Puantiye, Haziran 2025
Gen Z olmaktan kaynaklanan önyargılarla karşılaştığım anlar oluyor — sosyal medyanın tek tipleştirici etkisi, özgünlüğün yerini alan kopyala-yapıştır karakterler, yaşa indirgenen deneyim algısı… Tüm bunlara rağmen otantikliğimi korumanın, kendime has bir üretim dili geliştirmenin ve her şeye rağmen kendi ritmimle yürümemin ne kadar kıymetli olduğunu her gün biraz daha derinden fark ediyorum.
Bu yazı, bir seyahat notu olduğu kadar bir tür içsel günce. Son yıllarda kariyerimi kültür, turizm ve yaratıcılık üçgeninde yeniden kurgularken, her gittiğim yeri yalnızca bir gezgin gözüyle değil, aynı zamanda bir gözlemci, bir anlatıcı, bir yaratıcı olarak deneyimliyorum. Bu kez rotam: Gürcistan.
Batum
Gürcistan’a daha önce birçok kez gittim. Özellikle Tiflis, hem iş hem de ilham yolculuklarımda sıkça uğradığım bir şehir. Ama bu sefer istikamet Batum’du. İstanbul’dan oldukça kolay ulaşılabilen, kısa sürede sınır geçişiyle varılabilen bu Karadeniz sahil şehri, bana göre hem fiziksel olarak yakın hem de duygusal olarak bir o kadar uzak bir yer. Gitmeden önce bolca araştırma yaptım; konaklama tercihim, Gürcistan’daki çağdaş otelcilik anlayışını yeniden tanımlayan Rooms Hotel Batumi oldu. Otel, yalnızca bir konaklama alanı değil; bir ruh hâli, bir yaşam biçimi sunuyor.
Batum’un şehir dokusu, Tiflis’e kıyasla daha düşük bir tempo sunuyor. Tiflis’teki kültürel yoğunluk, tarihi katmanlar ve sanatsal dinamizm burada biraz daha geri planda. Ancak Batum’un da kendine özgü bir ritmi var. Özellikle yaz aylarında açılan beach house’lar, kumun üstünde kahve içilen lokal sahil şeritleri… Bu seyahatte bazı mekânlar henüz sezonu açmamıştı; örneğin Shikura Beach hâlâ hazırlık aşamasındaydı.
Yine de otelin önünden denize girmek, şehirle doğrudan temas kurmanın keyifli bir yoluydu. Aynı zamanda otelimizin restoranı Michelin Guide içerisindeydi, çok iyi yemekler yedik.
Kültür
Gürcistan bana hep çelişkili hisler yaşatıyor: bir yanıyla tanıdık, öte yanıyla yabancı. Mutfak kültürü, dokusu, doğası... Haçapuri ve khinkali gibi lokal hamur işlerinin merkezde olduğu sofralarda kişnişin baskın tadı, sokak arası fırınlardan yükselen buhar, masalarda gereğinden fazla içilen şaraplar… Tüm bunlar, Gürcistan’ın damakta kalan anlatısı.
Ancak yakın zamanda ülkede yaşanan politik gelişmeler — Avrupa Birliği adaylığından çekilme kararı, LGBTİ+ bireylere yönelik politik söylemlerdeki sertleşme — bana 2000’lerin başındaki Türkiye’yi anımsattı. Yaratıcı sektörlerde çalışan, yeni bir dil arayışında olan gençler açısından benzer bir yalnızlık hissi seziliyor. Bu bağlamda Gürcistan’daki yaratıcı çabanın Türkiye’deki bağımsız üreticilerle duygudaş bir yerden hareket ettiğini düşünüyorum. Zaten Batum sokaklarında yürürken, Gürcü kökenli moda tasarımcısı Demna’nın estetik dünyasını daha iyi anlamaya başladım. Beton, sis, gürültü ve terk edilmişlik estetiği... Hepsi bu coğrafyanın içinden doğmuş gibi.
Rotalar, Keşifler ve Her Şey
Batum’da beni en çok etkileyen yerlerin başında Batum Botanik Bahçesi geliyor. Bitki örtüsünün zenginliği ve bahçenin içindeki sessizlik, şehirden kısa bir kaçış sunuyor. Bahçeye komşu olan Botanico Cafe ise sade menüsü ve sakin atmosferiyle nefes alınacak bir durak.
Yemek konusunda klasik rotaların dışına çıkmak isteyenler için Restaurant Ambassadori denenebilir. Ancak benim en özel deneyimim, Gürcistan’ın önemli şarap markalarından 8000 Vintages ile oldu. Dört saat süren bir şarap atölyesi deneyiminde, sommelier Nino’dan Gürcü üzümleri, yerel bağlar ve şarap üretim süreçleri hakkında detaylı bilgiler aldım. Bu deneyim, benim için sadece bir tadım değildi; aynı zamanda kültürle bağ kurmanın, bir yerin ruhunu anlamanın başka bir yoluydu. Şimdi sıradaki hedefim: Gürcü köylerinde, dağ yamaçlarında uzanan bağlarda bir şarap rotası çizmek.
Kültürü Yaşamak
Benim için bir şehirle ilişki kurmak yalnızca görmek ya da gezmekle ilgili değil. O şehrin üretim biçimini, sokak hareketliliğini, gündelik alışkanlıklarını anlamakla ilgili. Özellikle kültür ve turizm alanında yaratıcı işler yapmak isteyen biri olarak, Batum bu seyahatte bana küçük ama güçlü notlar verdi. Bir otele bakarken markalaşma stratejisini, bir restoranda otururken hizmet biçimini ve yeni bir kültürü deneyimlemek. Tüm bunlar, gelecekteki projelerime zemin hazırlayan parçalar hâline geliyor.
Her seyahat, içe dönen bir soru. “Ben burada ne hissediyorum?” sorusuyla başlıyor ve genelde “Bir dahaki yolculuk nereye?” sorusuyla bitiyor. Bu yaz, hem zihinsel hem de fiziksel olarak hareketli geçecek. Pek çok şehir, pek çok iş, pek çok insanla yeni keşifler beni bekliyor.
Ama her yolculuk, eninde sonunda kendine varmakla ilgili.
Tatlı ama Dengeli: Gürcistan’ın Kakheti bölgesine özgü yarı tatlı (semi-sweet) üzümlerle yapılan yerel şaraplar bu haftaki damak keşfimin başrolündeydi. Özellikle tatlı şaraplara olan zaafım bu şaraplarda karşılığını buldu — ama her zaman yanına bol su içmeyi de unutmuyorum.
Hamamda Zaman ve Bellek: Ferzan Özpetek’in 1997 yapımı Hamam / The Turkish Bath filmi, geç keşfettiğim ama hemen içine çekildiğim bir anlatı oldu. Film, yalnızca hamam kültürünü değil, kimlik, aidiyet ve dönüşüm kavramlarını da şiirsel bir dille işliyor. Görsel dünyası ve ritmiyle beni yeniden İstanbul’un yüzeyinin altındaki katmanları düşünmeye sevk etti.
Fotoğraflar ve Dünya: Son zamanlarda politik atmosferin giderek sertleştiği bir dünyada, savaş fotoğrafçılığına olan ilgim arttı. Magnum Photos bünyesinde bulunan Türk fotoğrafçının işleri her zaman bu dönemlerde radarımda: Emin Özmen’in kareleri, yalnızca belge değil, aynı zamanda duygunun, acının ve direnişin görsel ifadesi. Fotoğrafları, görsel anlatının ne kadar güçlü bir tarih yazıcısı olabileceğini hatırlatıyor.
Önümüzdeki hafta yeni bir otel, başka bir şehir, farklı bir kültür ve yepyeni keşiflerle yeniden buluşuruz. Bu hafta oldukça tempolu geçecek gibi görünüyor.
Şimdiden iyi pazarlar ve sevgiler,
Yaren